24.11.2009

Cumhuriyet tarihinde En Korkulu Dönem


9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ''Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, askeri dönemler de dahil -ki biz onları iyi biliriz- böylesine korkulu bir dönem yaşanmadı'' dedi.

Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Antalya Ticaret ve Sanayi Odası'nın (ATSO) 123. kuruluş yıldönümü ve geleneksel ödül töreninde konuştu. Türkiye’nin neresine gidilirse, gidilsin korku ve endişenin hakim olduğunu söyleyen Demirel, şöyle konuştu:

''Ülkemizde korku geniş çapta hakimdir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, askeri dönemler dahil, -ki biz onları iyi biliriz- böylesine korkulu bir dönem yaşanmadı. Vatandaşlar, ziyarete gelenler (acaba burası dinleniyor mu) diye soruyorlar bana. Bir ülkenin insanları kendi ülkelerinde bu duruma düşürülür mü? Bu kendiliğinden olur mu? Olmaz. Aslında bu zeminin nezaketini biliyorum ama bunları söylemesem olur mu? Başka söyleyecek lafım da yok zaten. Var da söylense de olur söylenmese de olur cinsinden. “Efendim bu zeminde siyaset yapmayın”. Yaptığımız siyaset değil, şikayet. Şikayet yapmayayım mı? Onun içindir ki eleştiriler Türkiye'de bir kamuoyu yapmaya kafi değil. Kamuoyunu aydınlatmaya bile kafi değil. Siyaset büyük sıkıntılar içinde.

19.11.2009

Demokratlık sağcılık mı?

Oldum olası, "sağ–sol" tabirinden de, "sağcılık–solculuk" cereyanından da hiç hazzetmedim.

Sevmedim, benimsemedim, doğru bulmadım bu tür bir ayrımcılığı.

Bilhassa Risâle–i Nur'u okuduktan sonra, sevmek yerine nefretim arttı bu tabirlere karşı.

Bu konuda içime sindire sindire aldığım derslerden biri şudur: "Bu memlekette İslâmiyete karşı komünist mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası, üç meslek icap ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. 'Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet' diyebilirler." (Emirdağ Lâhikası, s. 301)

Daha başka bahislerde de, hak ile batılın, iman ile küfrün ortası olmadığı açıkça ifade ediliyor.

14.11.2009

Demokratların onlarca dirilişi!

Köşe komşumuz Latif Beye, “İki ölüden bir diri çıkar mı?” diye soran dostlar, eğer onunla yaşdaş iseler, hatırlamamaları imkânsız: Demokratlar öldürülüp öldürülüp dirildiler!
27 Mayıs kanlı darbesi, demokratları öldürdü! Tabanından gelen bir hareketle seçilmiş Meclis, hükümet ortadan kaldırıldı, yeni partiler kurduruldu, demokratlar şaşırtıldı. Ancak, Ahrarların devamı olan Demokrat Partililer, Şubat 1961’de Adalet Partisi çatısı altında toplandılar. 27 Mayıs İhtilâline karşı tutumu ile girdiği ilk seçimde yüzde 34’ten fazla oy alarak 2. parti oldu. 1964’te Süleyman Demirel’in başkanlığa gelmesinden sonra oylarında büyük artış olan parti 1965’te yüzde 52,9 ve 1969’da yüzde 46,5 oy oranıyla tek başına iktidar oldu. Ve 12 Mart 1971 muhtırası geldi. Yine demokratlar iş başından uzaklaştırıldı.
1980 darbe-i münafıkanesinde de dehşetli bir planla bir kez daha öldürülmüş, demokratların ileri gelenleri toprak altına gömülmüştü! Yaşı müsâitse hatırlayacaktır: 

28.10.2009

Demirel’den sağduyu çağrısı

9. CUMHURBAŞKANI Süleyman Demirel, memleketi Isparta’da kendi ismini taşıyan Süleyman Demirel Üniversitesi’nin 2009-2010 öğretim yılının açılışına katıldı.

Burada öğrenicilere ilk dersi veren Demirel, konuşmasının bir bölümünde demokratik açılımı değerlendirdi. Demirel, son günlerde yaşanan olaylarla ilgili olarak vatandaşları da sağduyulu olmaya çağırarak, “Gelin el ele vererek bu ülkeyi kalkındırmaya, daha çok zenginleşmeye, çocuklarımızı okutmaya, milletimizi yüceltmeye çalışalım. Soğukkanlı olalım. Bir birimize düşemeyelim” diye konuştu. Demirel, PKK terör örgütünün, bugün nüfusu 15 milyonu bulan ve kendisini kürt asıllı olarak kabul eden halkın temsilcisi haline geti-rilmek istediğini belirterek, “Peki bu ülkenin ben Kürdüm diyen vatandaşı vali, milletvekili, bakan, başbakan, rektör, mühendis oluyor mu? Evet oluyor. Başka halk ne oluyorsa o da oluyor. Doğu kökenli Batı kökenli diye bir şey yok. Antalya’da, Bursa’da, Ankara’da oturana bir şey diyen var mı?” diye konuştu. Demirel, yapılan işin doğru veya yanlış olduğunu eleştirmek istemediğini, belirterek şunları söyledi: “Ne yaparsanız yapın milletin birliğini bozmayın. Her şey neticesi ile ölçülür. Eğer bu ülkede kadınlar, ‘Oğlumu istiyorum’ diye sokağa çıkarsa veya vatan sınırlarını korumak için beklerken kolunu, ayağını kaybetmiş gencecik çocuklar kendisine berat verilen çocuklar, ‘Alın bu beratınız, alın bu kolu, bacağı’ derse buna sebep olan icraatın iyi olduğunu kimse iddia edemez.”

YENİ ASYA

28.10.2009

27.10.2009

Gerçek bir ‘baba’ hikâyesi...




Var mısın ısmet ınönü’ye gidelim anlatalım durumumuzu? ‘Paşa dede biz sokak çocuğu olmak istemiyoruz. Okumak istiyoruz’ diyelim var mısın?..

- ?!!..

- Korkma be oğlum! Oraya gitmek sokakta, karanlıkta yaşamaktan daha mı korkutucu yani?..

- Ya almazlarsa bizi yanına?

- Alırlar yürü gidelim...

Ve Ankara’nın beter kış yaptığı o günlerde üstü başı perişan hallerde bu iki sokak çocuğu tabana kuvvet bir yürüyüş tutturur Çankaya’ya doğru...

De gedin len!..

ıliklerine kadar işlemiş soğuktan titreye titreye, umutları karınlarından daha aç vaziyette, 2 saate yakın yürür, sonunda bulurlar köşk kapısını... Nöbetçi kulübesinde heykel gibi duran boylu boslu bir asker, yayan yapıldak bu iki çocuğu görünce sorar;

- Ne arıyonuz len burada?.. - Asker Abi ınönü Paşa Dede’yi görücez.

Asker şöyle bir gülümsedikten sonra yüz ifadesini birden değiştirip höykürür;

- De gedin len keratalar!.. şimdi şaplağı çekerim...

Genç muhafız daha cümleyi tamamlamadan çocuklar gerisin geri koşturmaya başlamıştır... Küçümen bacakları açıla kapana iki sokak ötesine rüzgâr hızıyla taşıyıp görüş zaviyesinden çıkarmıştır onları. Durur, kuytu bir saçak altında nefeslenirler...

- Dedim sana oğlum. Boş boşuna bi de dayak yiyecektik.

O adam işte

Tam o sırada siyah bir araba geçer tam önlerinden. ıçindeki adamı hemen tanırlar. Daha geçen hafta meydanda kalabalıklar arasında gördükleri, herkesin alkışladığı adamdır o.

- Neydi lan bu adamın adı? Hani konuştu millet ‘Yaşşa’ filan dedi ya?

- Dur dur söyliycem... Hah, Demirel, Demirel... ısmail mi Süleyman mı ne adı ama soyadı Demirel hatırladım...

ıki çocuk birbirlerine doğru bakıp, işaretleşmiş gibi bu kez giden siyah arabanın arkasından koşturmaya başlarlar. O siyah araba az sonra durur ve korumaların açtığı kapıdan Süleyman Demirel çıkar...

Biber dolması yedik

Sonrasını söyle anlatıyor o gün o koşuyu tutturan çocuklardan biri;

“Kapıda genç bir çift vardı. Süleyman Amca’ya bir şeyler söylediler. O güldü, şakalaştı, tokalaştı vedalaştı onlarla. Tam evine girecekti ki bizi gördü. Yanına çağırdı. Anlattık. Sokak çocuğu olduğumuzu ama okumak adam olmak istediğimizi söyledik. Elimizden tuttu ve içeri götürdü bizi. Adının Nazmiye Hanım olduğunu öğrendiğimiz bir teyze vardı. Bize çorba, biber dolma ve kadayıf ikram etti hiç unutmuyorum.

ıhsan Amca’yı bulun

Sonra Demirel Amca uzun uzun sorular sordu bize. ıçimizdeki okul aşkını hissedince çok sevindi. Sonra cebinden bir elli lira çıkarıp koydu avucumuza. Bu parayı alın şimdilik. Bir taksiye atlayın Kızılay’a inin. Adalet Partisi Merkezi’ne gidin. ıhsan Amcanızı bulun o gereğini yapacak. Ben şimdi onu telefonla arayıp anlatacağım durumu... Sonra kalktı öptü bizi yanaklarımızdan. Tarifsiz bir sevinçle dışarı çıktık, uzaklaştık. Verdiği elli liraya bakıp bakıp yine de inanamıyorduk gözlerimize...”

Tonton bir adam

Bu hikâyenin devamını ben nakledeyim izninizle...

O iki çocuk, taksi tutmaya, para harcamaya kıyamayıp yine yürüyerek AP Genel Merkezi’ne gelirler. Seçim zaferinin hoşluğuyla dolup taşan binada ıhsan Amca’yı bulmak mümkünsüzdür o an. Saatlerce bir kenarda durup, coşkulu, sevinçli partilileri izlerler. Vakit ilerleyip el ayak çekilmesine doğru sevimli yüzlü, kır saçlı, gözlüklü, tonton bir adam gelip sorar onlara;

- Hayırdır çocuklar ne yapıyorsunuz burada bu geç saatte?

- ıhsan Amca’yı arıyoruz. - Hımmm! Hangi ıhsan Amcaymış bu bakayım?

- ???...

O tonton adam gülerek devam eder konuşmasına;

- O aradığınız ıhsan Amca benim. ıhsan Sabri Çağlayangil Amcanızım ben. Beyefendi aradı söylediydi geleceğinizi. Ama çok telaş vardı hemen ilgilene

Zor hayat

Sonra günler günleri kovalar. ıhsan Amcaları okuma sevdalısı bu küçük çocuklara her türlü yardımı yapmıştır. Ancak her nedense çocuklardan bir tanesi uzakta oturan ailesinin yanına dönmüş, annesiz babasız büyüyen diğer çocuk ise Çağdaş Çocuk Yuvası’na teslim edilmiştir. Namık Kemal ılkokulu’na da yazdırılan o çocuk sınıflarını hep başarıyla, birincilikle bitirir. Uzun uzun çocuk yılları ise hep yuvalarda, yetiştirme yurtlarında geçer onun.

Herkes vardı

Ve aradan seneler seneler geçer. Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı olarak. Aşkabat Atatürk Parkı’nın, Türkmenistan Milli Müzesi’nin ve Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii’nin açılış merasimlerine katılmak ve resmi görüşmelerde bulunmak üzere Türkmenistan’ı ziyaret etmektedir. Ahat Andican, Cumhur Ersümer, ıstemihan Talay, Murat Karayalçın gibi siyasiler, üst düzey bürokratlar, valiler, belediye başkanları ve sanatçılar da vardır.

Yerinden kalktı

Temaslar tamamlanıp sohbet bölümüne geçildiğinde Türk heyetinden genç bir adam yerinden kalkar, cumhurbaşkanın yanına doğru gider ve onu saygıyla selamlayıp kendini tanıtır. Dopdolu gözler ve titreyen bir sesle der ki;

- Sayın Cumhurbaşkanım yıllar önce sizi ziyarete gelip sayenizde okula yazılan, devletin şefkatli kollarında ana babasızlığı unutup ülkesine yararlı bir yurttaş olmaya ant içen o sokak çocuğu benim. Size bu geçikmiş teşekkürümü lütfen kabul buyurun...

Herkes şaşırmış dona kalmıştır heyette. Bir süre devam eden bu hüzünlü sessizliği yine Cumhurbaşkanı bozar;

- Hatırladım o günü. Hatırladım elbette... Peki ne yaptın, şimdi nedir görevin evladım?..

Tepeden tırnağa

Direncini sonuna kadar zorlayan genç adam daha fazla tutamaz kendisini. Ve yaşlar gözünden sicim gibi boşanırken yanıtlar Cumhurbaşkanını;

- şu... şu anda heyetimizde ıçişleri Bakanlığı kadrosunun bir elemanı olarak bulunuyorum efendim. Bilecik Emniyet Müdürüyüm...

Ardından kocaman bir kucaklaşma ve görülesi bir duygu yumağı yaşandığını söylememe gerek var mı bilmem?

şimdinin Kütahya Emniyet Müdürü olan şevki Dinçal’ın tepeden tırnağa insan kokan, sevgi kokan, umut kokan yaşam öyküsünü naklettim size. şevki Müdürüm biraz sitem edecek ama böylesi umut saçan olayları toplumumuzdan gizleme lüksümüz yok diye düşündüm. Ne dersiniz?.

Sabah, 20.6.2004

Savaş AY

10.10.2009

Açılıma "Bir Bilen" yorumu





''TÜRKİYE'DE AÇILIM TARTIŞMASI BİRTAKIM ÇEVRELERİ BEKLENTİYE, BİRTAKIM ÇEVRELERİ DE SIKINTIYA SOKTU''''BİRLEŞTİRELİM, BÜTÜNLEŞTİRELİM DERKEN ÇATLATMIŞ OLACAKSINIZ''

''EĞER BU AÇILIM, SÜREÇ MESELESİNİ ORTAYA ATIP DA 'TAM BÜYÜK BİR FIRSAT ÇIKTI, ŞU BÜYÜK MESELEYİ ÇÖZELİM' ŞEKLİNDE BİR İNTİBAYI AYLARCA ÖNCE HALKIMIZA VERENLERİN 'BU FIRSAT, SORUN NEDİR, NEYİ YAPARSANIZ BU SORUN ÇÖZÜLMÜŞ OLUR', BUNU SÖYLEMELERİ LAZIM''

''AZERBAYCAN DEVLETİNE VE HALKINA KARŞI VERDİĞİMİZ SÖZLERİ TUTMAZSAK İNCİTİCİ OLUR''

( DP Basın Merkezi - 08.10.2009 )


Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkiye'de açılım tartışmasının birtakım çevreleri beklentiye, birtakım çevreleri de sıkıntıya soktuğunu belirterek, ''Ne açılacaksa görülecek. O zaman beklentiye giren çevreler beklediklerini bulmazsa hayal kırıklığına uğrayacaklar veya şimdiden şu veya bu şekilde gerginliğe girmiş bulunan birtakım çevreler de onları çok bulacak ve bu defa başka türlü gerginlikler olacak. Birisi az, birisi çok bulacak. Birleştirelim, bütünleştirelim derken çatlatmış olacaksınız'' dedi.

Süleyman Demirel, Demokrat Parti Kadın Kolları Genel İdare Kurulu Üyelerini kabul ettiği. Güniz Sokak'taki konutunda AA muhabirinin de gündeme ilişkin sorularını cevaplandırdı.

''Demokratik açılım'' çalışmalarıyla ilgili değerlendirmesinin sorulması üzerine Demirel, bugüne kadar bu konuda hiçbir değerlendirme yapmadığını, değerlendirme yapacak durumda olmadığını söyledi.

Demirel, şöyle konuştu:

''(Açılım) tek başına bana bir şey söylemiyor. Ne yapılmak isteniyor ve nereye varılmak isteniyor, bunlar söyleniyor. Varılmak istenen yer, Türkiye'de kan dökülmesi dursun. Bunu istemeyen kimse yoktur Türkiye'de. Mühim olan mesele, ne yaparsanız kan duracaktır, bu söylenmiyor. Bu söylenmediği için de ben bir değerlendirme yapmıyorum.

Aslında bütün bu çağrıların, 'kan dursun', muhatabı da belli değil. Kan dökenlere 'kan dökmeyi durdurun' demekle durdurmaları mümkün değil. Eğer 'kan dursun' diye bunu devlete, devletin kuvvetlerine diyorsanız onların ellerinde böyle bir imkan yoktur. Çünkü onlar nerede güç kullanacaklardır, nerede kullanmayacaklardır kanunlarla bağlıdırlar. O zaman tartışılacak çok fazla bir şey görmüyorum ben ama eğer bu açılım, süreç meselesini ortaya atıp da 'tam büyük bir fırsat çıktı, şu büyük meseleyi çözelim' şeklinde bir intiba aylarca önce halkımıza verenlerin 'bu fırsat, sorun nedir, neyi yaparsanız bu sorun çözülmüş olur' bunu söylemeleri lazım. Söylerlerse biz de söyleriz. Bu çok önemli bir mesele. Ülkede huzur ve sükunu istemeyen kimse yok, herkes istiyor. İstemek yetmiyor. Bu zamana kadar bunun için birçok gayretler sarf edilmiş ama hala huzursuzluk var ve nasıl yapılacağını, ne yapılırsa huzura kavuşacağını bilirse, millet destek olur.''

''BİRİSİ AZ, BİRİSİ ÇOK BULACAK''

''Demokratik açılım'' sürecinde yaşanan tartışmaları nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine de Demirel, bunun kişilere bağlı olduğunu ve ölçüsü bulunmadığını söyledi. Demirel, ''Onları tanzim etmek mümkün değil. 'Filanca zat çok sert konuşuyor böyle konuşmasın, filanca zat çok yumuşak konuşuyor biraz daha sert konuşsun' demek mümkün değil. Siyasette üslubu kişiden ayıramazsınız'' değerlendirmesinde bulundu.

Demirel, şunları kaydetti:

''Türkiye'de açılım tartışması birtakım çevreleri beklentiye soktu. Birtakım çevreleri de sıkıntıya soktu. Ne açılacaksa görülecek. O zaman beklentiye giren çevreler, beklediklerini bulmazsa, hayal kırıklığına uğrayacaklar veya şimdiden, şu veya bu şekilde gerginliğe girmiş bulunan birtakım kişiler, çevreler de onları çok bulacak ve bu defa başka türlü gerginlikler olacak. Birisi az, birisi çok bulacak. Birleştirelim, bütünleştirelim derken çatlatmış olacaksınız. Böyle mahsurlar görürüm.''

''AZERBAYCAN'A KARŞI VERİLMİŞ SÖZLER VAR''

Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yaşanan gelişmelerle ilgili soruları da cevaplandıran Demirel, Türkiye'nin, SSCB'nin dağılmasının ardından Ermenistan'ı tanıdığını ve kendisinin de, o dönemde Başbakanlık yaptığını anımsattı. Ermenistan'ın bir süre sonra Azerbaycan'ın bazı eyaletlerini işgal ettiğini, bu gelişme üzerine de sınırların kapatıldığını kaydeden Demirel, şöyle devam etti:

''Ermenistan ile Türkiye münasebetlerinin düzelmesini istemeyen Türkiye'de yoktur. Fakat 'Bu neden kapandı'ya bakmak lazım. Kapanma sebebi ortadan kalkmış mı ki? 'Hayır ama zaman içinde kalkar' dediğiniz yerde Azerbaycan devletine ve halkına karşı verdiğimiz sözler var. Parlamentolarına gidip verdiğimiz sözler var. Bu sözleri tutmazsak incitici olur.

Bunu nasıl ayarlayacak resmi kişiler bilmiyorum ama imzalayıp Meclis'e götürüp orada bırakmak suretiyle, yine hudut açılmamış olur. Protokoller imzalanmış olur gibi, bir siyasi manevraya sapabilirler ama hudut açılmamış olur. Hududun açılacağı ise, uluslararası kamuoyuna vadedilmiştir. Bir beklentiye sokulmuştur uluslararası kamuoyu.''

Azerbaycan'a verilen güvencelere ilişkin soru üzerine de Demirel, ''Devlet adamları bir güvence verirlerse bunu tutmazlar diye bir şüpheye girmek yanlış olur. Yalnız bugünden bunu tutarlar demek de. birtakım tereddütleri içeriyor. Bekleyip görmek lazım'' diye konuştu.

Haber kaynağı tıkla

16.09.2009

Menderes’i unutturmayacağız!!




Demokrat Parti (DP) Kütahya İl Başkanı Atilla Palangalı, 16-17 Eylül tarihinin Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun darbeciler tarafından idam edilerek şehit edildiği tarih olduğunu belirterek, “Yüzyıllar geçse de Şehit Başvekilimiz Adnan Menderes ve arkadaşları unutulmayacaktır” dedi.

Menderes’i unutturmayacağız
!!

Palangalı, yaptığı açıklamada, 16-17 Eylül tarihlerinin Demokrat Partililer için olduğu kadar, sağduyu sahibi ülke insanı için de ızdırap duyulan tarihler olduğunu belirttu. Palangalı, şunları kaydetti:

“Bu tarihlerde, Türkiye’nin müreffeh bir ülke olmasından başka bir gayesi olmamış, maddî ve manevî kalkınmasını 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı ile sağlamış, ülkede demokrasinin, hak ve hürriyetlerin işlemesini sağlamış, ülke insanını CHP’nin baskısından kurtarmış, iktidar olmasından kısa bir süre sonra minarelerden
Ezan-Muhammedi’yi yeniden asli şekliyle okutmuş, vatan aşığı, millet aşığı, hizmet aşığı Şehit Başvekil Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüstü Zorlu, 27 Mayıs darbecilerinin emri doğrultusunda, düzmece, sonucu önceden belirlenmiş Yassı Ada mahkemeleri sonucu idam edilmek suretiyle şehit edilmişlerdir.

16-17 Eylül tarihleri sağduyu sahibi, demokrasi aşığı Türk Milleti, her zaman gözleri yaşarak, içi burkularak, ama yapılan hizmetleri hatırlayarak, yüz yıllar geçse de merhum şehit başvekilimiz Adnan Menderes ve arkadaşlarını duâlarla anacaklar, onları haksız yere idam ederek şehit edenleri lanetlerle anacaklardır.

Bu ülkede tam demokrasinin uygulanmasını isteyen ve geçmişte yaptığımız demokrasi mücadelesi bunu ispat eden, iktidarlarımız dönemimde yaptıklarımızla bunu ortaya koyan, 1946’da Menderes ve arkadaşlarının yaktığı meşalenin, ruhun sahibi biz Demokrat Partililer, Türkiye demokrasi tarihinin kara bir lekesi olan bu tarihi unutmayacağız, unutturmayacağız.


16.09.2009

Yeni Asya

8.09.2009

Demirel mezar yerini gezdi




9. Cumhurbaşkanı Demirel, memleketi İslamköy Koca Mezarlığı'nı ziyaret ederek, yakınları için dua etti. Daha sonra kendisi için yapılacak olan anıt mezar yerini de gezdi..


Demirel, özel uçakla geldiği Süleyman Demirel Havalimanı'nda Isparta Valisi Şemsettin Uzun tarafından karşılandı. Karşılamada, İl Jandarma Komutanı Kıdemli Albay Nevzat Yıldız, Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar, Süleyman Demirel'in kardeşi ve iş adamı Şevket Demirel, yeğeni Nihan Atasagun ve Şevket Demirel'in torunu Şevket Saim Atasagun da hazır bulundu.

CHP'Lİ KESİCİ DE EŞLİK ETTİ

Isparta'ya CHP İstanbul milletvekili İlhan Kesici ile birlikte gelen Demirel, havaalanından doğum yeri İslamköy beldesine geçti. Belde girişinde, Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi önünde karşılanan Demirel, için burada boğa kesildi. Demirel, İslamköy Koca Mezarlığı'nı da ziyaret ederek, yakınları için dua etti.

Ardından, Şevket Demirel'in ve İslamköy Belediye Başkanlığının Çalcatepe mevkisinde yürüttüğü çevre düzenleme çalışmalarını inceleyen, buradaki tesis önünde bir süre dinlenen Süleyman Demirel, yürütülen çalışmaları ''numune'' olarak nitelendirdi.

Çalcatepe'nin geçmişte kayalardan ibaret bir alan olduğunu anlatan Süleyman Demirel, Şevket Demirel'in önderliğinde yürütülen çalışmalar sonucunda tepenin yeşil bir alan haline geldiğini kaydetti.

''Buradaki çamlar dünyanın en şanslı çamları. Çamın dünyada sulandığı tek yer burası'' diyen Demirel, ''Bu Şevket Bey'in eseridir. Benim hemşehrilerim, kendisine kucak açmışlardır. Hep yardımcı olmuşlardır. Burası kıraç bir tepeydi. Bugün Türkiye'nin yeşil envanterine girmiştir. Bu bir ülkenin topraklarına yapılabilecek en büyük iyiliktir'' diye konuştu.

MEZAR YERİNİ GEZDİ

Demirel için burada da bir koç kurban edildi. Demirel'in gelecekte anıt mezarının da yapılacağı alan olduğu belirtilen Çalcatepe'de, Süleyman Demirel'in 9. Cumhurbaşkanı olması nedeniyle 9 gölet bulunduğu bildirildi.

9. Cumhurbaşkanı daha sonra, adına yaptırılan Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi'ni gezerek, yetkililerden bilgi aldı. Müzeye kendisini görmek üzere gelen hemşehrileriyle de sohbet eden Demirel ve beraberindekiler, daha sonra ORKAV tesislerinde düzenlenen yemeğe katıldı.

AA


17.07.2009

Ayasofya'da İBADETE AÇIK bölümün tarihçesi



Ayasofya Müzesi Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamaya göre de, Ayasofya Müzesi'nin hünkar mahfiline geçişi sağlayan giriş mahalli, Sultan Abdülmecid zamanında G. Fossati tarafından 1847-1849 yıllarında yaptırıldı. Bunu belirten yapım kitabesi ile padişahın tuğrası da giriş kapısı üzerine yerleştirildi.

Bugün halkın ibadetine açık olan mekan, padişah tarafından namaz öncesi dinlenme yeri olarak kullanılıyordu. Buradaki bir koridordan da Ayasofya içerisindeki hünkar mahfiline geçiş sağlanıyordu. Anıtlar Bölge Müdürlüğü, içi, duvar ve tavanları 19. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bezemelerle süslü mekanın Ayasofya Müzesi ile bir bütünlük içinde olduğuna karar verdi.

Mekan, dönemin Kültür Bakanı Tevfik Koraltan imzalı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 14.07.1980 gün ve 5224 sayılı yazısı ile “Türkiye Cumhuriyeti hükümeti devlet büyükleri ve İslam ülkeleri devlet başkanlarının namaz kılmaları için” ibadete açılması uygun görüldü. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 05.08.1980 tarih ve 6126 ile 6158 sayılı yazıları ile 08.08.1980 günü mescit ibadete açıldı. Mekan, 05.08.1980 tarih ve 6159 sayılı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün yazısıyla ziyarete de kapatıldı.

ONARIM NEDENİYLE İBADETE KAPATILDI

Ayasofya'da yapılan onarım çalışmalarının tehlike arzetmesi üzerine, dönemin Kültür Bakanı Cihad Baban'ın 14.10.1980 tarihli emri ile ibadete açık olan hünkar mahfili ve mescit onarım tamamlanıncaya kadar ibadete kapatıldı.

Röleve Anıtlar Müdürlüğü tarafından onarımının tamamlanmasının ardından mescit 10.02.1991 tarihinde ibadete açılmış ve kapısına da ”Ayasofya Camii ibadete açılan bölüm” levhası konmuş, bu levha da daha sonra yenilenmiştir.
Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'in sözlü emriyle ibadete açılan bu mescide, Eminönü Müftülüğü'nce bir imam ve müezzin görevlendirilmiştir.

1991 yılı mart ayında mescide gelen Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'e, minarelerden ezan okunmadığının belirtilmesi üzerine, Zeybek'in isteği, Müzeler Genel Müdürü M. Akif Işık ve kültür müdürünün talimatıyla 31.03.1991 tarihinde Ayasofya'nın dört minaresinde de masrafları Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından karşılanarak ezan okunmaya başlanmıştır.

21.08.1996 tarihinde üç minarenin hoparlörleri devre dışı bırakılıp, tek hoparlör vasıtası ile ezan okunmaya devam edilmiştir.”

(Anadolu Ajansı) 04.07.2006

6.07.2009

Demokrasi müzesi açılışa hazırlanıyor



Güller şehri Isparta‘ya gelince; çevre ilçe ve köyleri de gezi programımıza dahil ettik. Eğirdir Gölü’nün kenarında Barla’ya uğrayıp, Bediüzzaman Hazretlerinin bulunduğu menzilleri ziyaret ettik.

Daha sonra da İslamköy’e doğru yola çıkıyoruz. Yeşilliklerle çevrili yollardan geçip İslamköy’e dahil olduğumuzda karşımıza bir külliye çıkıyor. Bu Külliye 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel adına yaptırılmış. İçinde güzel mimarisi ile Şehriban Hatun Camii ve yanıbaşında da Demokrasi Müzesi yer alıyor. Ayrıca kütüphane, kafeterya gibi sosyal üniteler de unutulmamış. Müze Müdürü Sayın Osman Siviloğlu ile görüşüyoruz. Kendisi daha önce Konya İl Kültür Müdürlüğü yapmış. Emekli olduktan sonra buraya Müze Müdürü olarak gelmiş. Kendisinden müze ile ilgili bilgi alıyoruz. Şu anda müze hazırlık safhasında imiş. Kasım ayında açılış için çalışmaların devam ettiğini söylüyor. “Süleyman Demirel Demokrasi Müzesi” iki düşünceden hareketle vücud bulmuş. Birincisi; Demirel’in 1949 yılından 2000’e kadar geçen dönemdeki yurt dışı gezileri. Bu geziler dolayısıyla ortaya çıkan belgeler ve önemli hediyeler. İkincisi; demokrasi sayesinde ülkenin bilhassa Anadolu’nun nereden nereye geldiğinin ortaya konulması. Demirel’in uzun yıllar içerisinde yurtiçi ve yurtdışında katıldığı toplantılarla ilgili gerek Devlet Başkanları ile gerekse o ülkelere ait önemli kimselerle beraber çekildiği fotoğraflar ve verilen hediyeler de bu müzede sergileniyor. Sayın Siviloğlu bize şimdiye kadarki çalışmaları göstermek için müzeyi gezdiriyor ve bilgi veriyor. Siviloğlu, “Elimizde 6 milyon belge var. 10 bin hediyelik eşya var. Bunları tasnif ediyoruz.” diyor. Müze bölümlere ayrılmış. Türki Cumhuriyetlere yapılan gezilerle ilgili, GAP ile ilgili bölüm, Avrupa ve ABD Devlet Başkanları ile ilgili bölüm, Ortadoğu Ülkeleri ziyaretleri, Başbakanlığı, Cumhurbaşkanlığı, çocukluğundan itibaren tahsil dönemi ayrı ayrı bölümlerde sergileniyor. Ayrıca 12 Eylül 1980 ihtilâli ile ilgili ayrı bir bölüm açılmış. Burada ihtilâl lideri Kenan Evren’in gönderdiği mektup da sergileniyor. Girişte Demirel ve oy sandığı birlikte bir komposizyon yapılmış ve şu mesaj verilmeye çalışılmış: “Kalkınma ancak demokrasi ile olabilir”

Türkiye'nin 1950 öncesi fakir ve çaresiz hâlini nazara veren resimler var. Hemen yanında giderek sanayileşmiş ve teknolojiden azamî istifade etmeye çalışan ve gelişen bir Türkiye. Resimlerle tablolarla ülkenin övündüğü büyük eserler ortaya konulmuş. Maketlerle de daha canlı bir şekilde büyük yatırımlar sergileniyor. Bütün bu güzel şeylere ancak demokrasi sayesinde ulaşılabildiğinin mesajı verilmiş. Müze binasının 1 büyük 7 küçük kubbesi var. Küçük kubbeler Demirel’in yedi kez başbakan oluşunu, ortadaki büyük kubbe de Cumhurbaşkanlığını sembolize ediyor. Demirel’e külliyenin biraz ilerisindeki Çalca Tepesinde bir anıt mezar yapılıyor. Bununla da Şevket Demirel ilgileniyor. Dokuz gölet yapılmış. Bu göletler de 9. Cumhurbaşkanlığını sembolize ediyor. Anıt mezarın çevresi de küçük bir orman hâline getiriliyor. Müze girişinde kabartma yazı ile Şevket Demirel’in bir yazısı var. Burada Süleyman Demirel’in tarihçe-i hayatını anlatmış sonunda da şu notu düşmüş :

“Ey ziyaretçi; Süleyman Demirel Demokrasi müzesini dikkatle gez. 50 yıllık medeniyet mücadelesini sen de sez, kafanı kaldır, kerpiç evleri, yeşil ovayı gör, Böylece, Türkiye–köy–Demirel ve demokrasi arasındaki kader ayağını ör.”

SALİH SÜTÇÜOĞLU - ADNAN ACIR

05.07.2009

14.05.2009

14 Mayıs milletin zafer günüdür..!




14 Mayıs milletin zafer günüdür

Bugün 14 Mayıs. Yani Türkiye’nin demokrasi açısından dönüm noktası olan ilk çok partili hür seçimlerin yapıldığı gün.
14 Mayıs 1950 günü siyasî tarihimize “Beyaz İhtilâl” olarak geçti. Bundan tam 59. yıl önce yaşanan bu tarihî hadise, tıpkı diğer tarihî hadiseler gibi genç kuşaklar tarafından yeterince bilinmiyor.

Önce isterseniz Demokrat Parti ile başlayalım. Demokrat Parti’yi doğuran şartlar neydi? Demokrat Parti dış politika, iç politika, ekonomik ve eğitim politikası, hak ve hürriyetler bakımından ne gibi yenilikler getirdi?

1946’ya kadar gelen döneme baktığımız zaman Türkiye’nin siyasî hayatında şöyle bir çarpıklık görüyoruz. On yıllardan beri tek bir partinin yönetimi var. Bütün illerdeki valiler CHP’nin il başkanları. ilçelerdeki kaymakamlar da ilçe başkanları. Bugün bize komik gelebilir, ama o zamanki şartlarda buna kimse itiraz edemezdi. Ceberrut ve baskıcı tek parti yönetimine karşı kimin haddiydi itiraz etmek. Yani Türkiye’nin tek bir partisi vardı. Mecburi istikamet bütün oylar aynı partiye atılıyordu. Cumhuriyetin ruhuna ters bir durum söz konusuydu. Cumhuriyet halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanırken halk yönetime bir türlü dahil edilememişti. Demokrasiden yoksun bir cumhuriyet sözkonusuydu. İşte Türkiye gerçek manada cumhuriyetin nimetleriyle 14 Mayıs 1950 günü tanıştı.


14 Mayıs 1950 öncesi CHP’nin son Başbakanı Şemsettin Günaltay bir ilim adamıdır. Onun Millî Şef Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü ikna etmesiyle şeffaf bir seçim kanunu Meclis’ten geçmiştir. Ve 14 Mayıs 1950 tarihinde bu defa açık tasnif ve gizli oyla yapılan seçimlerde seçim sandıkları açılmıştır ve büyük bir çoğunlukla DP seçimi kazanmıştır. Bazı tarihçiler 14 Mayıs 1950’ye “Beyaz İhtilâl” adını vermişlerdir. Bu gerçekten böyledir. Çünkü halkın tertemiz oylarıyla 27 yıl süren bir tek parti iktidarı devrilmiştir. Bunun yerine parlamentoya dayalı hür ve serbest irade ile seçilmiş millete dayalı bir iktidar iş başına geldi. Bu bakımdan 14 Mayıs çok önemdir, 14 Mayıs milletin zafer günüdür. Demokrasi bayramı olarak kutlanmayı hak eden bir gündür.

14 Mayıs 1950’yi aydınlarımız, düşünürlerimiz ve gençlerimiz dikkatle incelemeli. 14 Mayıs 1950’den sonra Türkiye yep yeni bir ivme kazandı. Yeni bir devir açıldı. Ekonomide, dış politikada, eğitim, kültür, sağlık, hak ve hürriyetler alanında yepyeni bir kalkınma hamlesi başladı. Türkiye yeniden inşaa edildi. DP’nin iktidara gelişinde bir slogan ortaya çıkmıştır. Bu slogan sonradan çok tutmuştur. Afiş halinde bir sağ el vardır. Sağ elin altında “Yeter Söz Milletindir!” ifadesi vardır. 27 yıl süren anti demokratik bir dönemden sonra “Yeter Söz Milletindir” milletin dediği olacaktır.


Bu sözle birlikte Mecliste yazılı bulunan “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesinin gereği yerine gelmiş oldu. Meclis, kuruluşundan sonra ikinci Meclis ile birlikte kaybettiği gerçek itibarını o gün kazandı.


Mustafa Gökmen

Yeni Asya


14.05.2009

2.05.2009

Yiğidin Kır Atı Şaha Kalkınca




Yigidin kir ati saha kalkinca
Ciger lazim üzerinde dik dura
Nal parlamasiyla simsek çakinca
Gömüle topraga taslar yarila

Sahlan kir at sahlan yine ün bizim
Yigit ölürse de meydan san bizim

Kirat bilir misin Otlukbelini
Dik tut kafan salla yelelerini
Er meydani bura göster kendini
Düsman bölüm bölüm ola yarila

Sahlan kir at sahlan yine ün bizim
Yigit ölürse de meydan san bizim

Fatihler dögüsür Hasanlar ile
Bas kesilir babam kolay mi dile
Göl dolmus kan ile gövde gömülü
Yigit dogmus yigit ölen can bizim

Sahlan kir at sahlan yine ün bizim
Yigit ölürse de meydan san bizim


***

Ozan; Müslüm Agbaba


30.04.2009

Kırat'ım Meydan Yerinde





Kıratım Meydan Yerinde

Kır-atım meydan yerinde
Gezer horlayı horlayı...
Bir kötü az bin kavgadan
Kaçar zorlayı zorlayı...

Kır-ata yakışır bunlar
Yiğit giyer demir donlar.
Ak gövdeden ala kanlar
Akar şorlayı şorlayı...

Köroğlu der al kanları
Yere serer çok canları
Eğri kılıç düşmanları
Kırar parlayı parlayı...

Köroğlu

Koş küheylânım..!





Koş küheylânım, zira bu yol zikzaklar, iniş ve çıkışlar ile doludur.

Bilirim geride mızmızlananlar çeler aklını…

Boşver onları, kulak ver sen Süleyman'ın Hüdhüd'üne.

O ki mantıku't- tayr ile bir şeyler anlatır sana…

Yolda hakikati bulacaksın.

Ona sahip çıkıp, asla ayrılmayacaksın…

Mevt seni buluncaya kadar hakikatin müdafii olacaksın,

onun uğruna ölümü göze alacaksın…

Turan Kışlakçı

9.04.2009

İslam Kahramanı Menderes






Londra Anlaşması için Başabakan Adnan Menderes ve

refakatındakileri götüren THY'nın "Sev" uçağı

Londra Gatick havaalanı civarında düştü.

5 mürettebat ve 9 yolcu öldü. Kazada, Başbakan

Adnan Menderes hafif yaralarla kurtuldu - 1959






Sonuç

*

1932 yılında yasaklanan, 1939 yılında okuyanlara cezai müeyyide getirilen Arapça ezan üzerindeki müdahalelerin hiçbir geçerli sebebi yoktur. Millete mal olmayan her teşebbüsün akim kaldığı, Türkçe ezan yasağının akıbetiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Çünkü, 17 Haziranda yürürlüğe giren kanun Türkçe ezan okumayı yasaklamadığı gibi Arapça ezan okumayı da mecburi hale getirmemiştir. Yani Türkçe ezan okunabilirdi. Oysa ki kanun çıktığı gibi her tarafta ezan Arapça yani asliyetiyle okunmuş ve büyük bir sevince sebep olmuştur.

Millileşme, daha iyi anlama, Atatürk ilkelerini koruma vb.. sebeplerle karşı çıkılan Arapça ezanın; yasağı ve cezai müeyyideyi koyan, başında İsmet İnönü'nün bulunduğu CHP'nin de oylarıyla kabul edilmiş bulunması, ileri sürülen mazeretleri ve iddiaları çürüten büyük bir delildir. CHP yaptığı hatayı anlamış ve dine bariz bir şekilde müdahale olan yanlış tutumdan geri dönmüştür.

Ezanı Muhammedi'nin üzerinde süpekülasyonlarda bulunanların en büyük başarısı halkın gözünden düşmeyi başarmaktır ve bunu da başarıyorlar. Toplumumuzun huzuru, lâiklik adına (asla lâikliğe uymayan) yapılan baskı ve müdahalelerin son bulmasıyla ancak sağlanabilir. Demokratların söz konusu icraatları millete mal olmuş, neticede halkın iradesiyle değil darbeyle iktidarı kaybetmişlerdir.

Köprü Dergisi

27 Mayıs Darbesi ve Ezan

Arapça ezan okuma serbestisinin meclisin ezici ekseriyeti ve CHP'nin de desteğiyle kanunlaşmasına rağmen olay kapanmış olmasına rağmen, karşı olanlar 27 Mayıs darbecilerinden ivedilikle Arapça ezanın yasaklanması ve dinde reform yapmalarını istemeleri çok dikkat çekicidir. Cemal Gürsel ve ekibinin ezana karışmadıkları, 12 Mart ve 12 Eylülcülerin de müdahale etmemelerine rağmen 28 Şubat sürecinde konunun tekrar gündeme getirilmesi, bunun sözcülüğünü yapan Cemal Kutay'ın sözlerinin ve (TV' lerde) söylediklerine benzer ifadelerin 39 yıl önce Kemalist Osman Nuri Çerman tarafından savunulması daha da dikkat çekicidir. Cemal Kutay, tarihimizdeki yenileşme hareketlerinin başarısızlığını sadece dine ve din adamlarına yüklemektedir. 39 yıl önce Osman Nuri Çerman da benzer ifadelere yer vermektedir : "Genç Osman'ı öldürenler din adamları... III.Selim'in bütün yeniliklerini yok eden Kabakçı Mustafa'yı ve halkı Şeyhülislâm Topal Ataullah Efendi başta olduğu halde zehirlenen din adamlarıdır... Memleketi felakete sürükleyen insanlar birkaç müstesnası olmakla beraber hep din ve dini öne süren adamlardır. Hala saygı görmeleri şaşılacak şeydir. Halk bunlara niçin aldanıyor çünkü din Arapça Kur'an'ın karanlığında kaybolmuştur." ( Dinimizde Reform Kemalizm ; S.36 ,Kasım 1960 s.2-5)

Çerman'a göre Atatürk'ün ölümüne kadar süren ve Türkçe ezanla başlayan dinde millileşme (reform) atmosferi bütün vatanı sarmıştı. Dinde yapacağı reformlar bitmeden tanrısına kavuşmuş ve bu işi yeni nesle bırakmıştı. Çerman'a göre Milli Birlik Komitesi'nin ilk işi dinde reform olmalıdır. Ancak, hemen harekete geçilmemsini şu şekilde açıklıyor :

"Ezanlar yine Arapça okunmaya devam ettiğine diyanet işleri başbakanlığın çarşaf savaşında susması hoş görüldüğüne göre Milli Birlik Komitesi dinde bir reformdan korkmasa bile, çeşitli mülahazalarla 3. Selim gibi gerekirse kan dökmekten çekindiği meydandadır. Bu çekingenliğin acısını hem kendilerinin, hem milletin çekmemesini temenni edelim. Fakat şunu bilelim ki, Türkiye'nin bütün tarihinde her felakette Türkiye'yi ordu komutanları kurtardığı halde bu kahraman komutanlar ve inkılapçılar iman itikat partizanlarının şerrinden kendilerini koruyamamışlardır. Alemdar Mustafa Paşa, Büyük Reşit Paşa, Mithat Paşa, Mahmut Şevket Paşa hep, hep Atatürk gibi dinci şerrinden kendilerini ve milleti koruyamadıklarından göçüp gitmişlerdir". (agd. s.4)

Yazarın dinden ne anladığı, İslâmiyet'i, Allah'ı ve peygamberi ne kadar bildiği, kısacası İslam bilgisinin derinliği, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı-Arap ilişkilerini değerlendirdiği "... Ordumuzu arkadan vurdurdu. Muhammed'in ırkı Muhammed'e tapan Türkün yenilmesine sebep oldu" ifadelerden net bir şekilde anlaşılmaktadır (agd. s.3) Ona göre Türkler Muhammed'e tapıyorlar.

Adı geçen dergiden Hayri Alpay; "Atatürk bu devrimi de maksatsız yapmamıştır. O, bir milleti birbirine yaklaştıran, milli bütünlüğü sağlayan dil olduğunu bilenlerin başında geliyordu. İşte ezanın Türkçe okunmasını istemesi bundandı. Aynı şekilde, her Türkün din gerçeklerini, din kurallarını gerektirdiği gibi öğrenmesi için Kur'an'ın da Türkçeleşti-rilmesi üzerinde durmuştur." Dedikten sonra bu konuda teşebbüse geçilmesini istemiştir. (agd. s.12- 13)

Yazılanlara devam..

Yeni Sabah Gazetesi'nin başmakalesinde " Büyük Millet meclisi, ezanın din dili ile okunmasının serbest olduğunu ezici bir çoğunlukla, kabul ederek manasız, lüzumsuz hatta zararlı bir baskıyı ortadan kaldırdı", ifadelerinden sonra CHP nin ilk zamanlardaki "... gösterdikleri asabiyet ve telaş, bütün Atatürk inkılaplarının elden gideceği yolundaki uydurma ve yapmacık endişe, ezanın arkasında fesin ve çarşafın döneceği..." yolundaki tavırlarının değişiklik sebebinin şaşılacak bir durum arz etmediği şu ifadelerle açıklanmıştır :

"... Halk Partisi, son dört küsur yıllık bütün hareketlerinde, rey avcılığından ve iktidarda oturmağı devam ettirebilmekten başka hiçbir endişe ile müteharrik olur, görünmemiş idi. Din tedrisatının ilk mektuplara konulması, İlahiyat fakültesinin açılması, orman kanunundan vazgeçilmesi toprak kanununda tadilat kabul olunması hep aynı istikamette hareketlerdi..." (18.06.1950)

Beş Haziranda Arapça ezanla ilgili başbakan demecinin gazetelerde yayınlanmasıyla birlikte gösterilen sert tepkiler gittikçe azalmış, CHP'nin de ilk baştaki sert tutumunu devam ettirmeyip tasarının lehine oy kullanması ve tavır değişikliği,tasarının kanunlaşmasından sonra tepkileri azalttığı gibi ülkenin dört bir yanında büyük bir memnuniyete sebep olmuştur.

Gazeteler ne yazdı

Zafer Gazetesi başyazarı mümtaz Faik Fenik "Ezana Dair" makalesinde, muhaliflerin ilk başlarda takınmış oldukları tavrı eleştirdikten sonra "...Ezanın Arapça okunamayacağına dair memnu'iyet ... 526 maddenin 2. fıkrası hükmünden çıkmaktadır. Burada ;

(Şapka ihtisası hakkında (671) sayılı kanunla,Türk harflerinin kabul ve tatbikine dair (1353) sayılı kanunun koyduğu memnuniyet veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler veya Arapça ezan ve kamet okuyandır...") tecziye olunur denmektedir.

Arapça ezan okuma memnu'iyeti ; amme intizamı ve emniyeti mülahazasıyla ittihaz olunmuş bir tedbir, bir emir olarak mütalaa olunamaz. Bilakis bu hüküm lâiklik prensibiyle kabili telif değildir... Şu halde Arapça ezan okuma memnu'iyetini kaldırmak sadece kanunlarımıza hataen girmiş bir hükmü tashih etmek olur..." diye yazmış devamında" ... Hangi medeni memleket ceza kanununda kiliselerin çanla veya düdükle o din saliklerini ibatede davet edeceği yazılıdır?" diye sorar (17.06.1950)

Son Posta Gazetesi'nden Ercümend E. TALU " Mübarek Ramazan" başlıklı makalesinde, bu yılki Ramazanın bir hususiyeti "itikat ve vicdan hürriyetinin şimdi daha geniş" olduğunu yazar. "Millet Meclisi Arapça ezan yasağını kaldırmakla lâiklik umdelerine dokunmamış bilakis o umdeleri takviye ve tersin etmiştir. Mademki din ile devlet işleri ayrılmıştır, devlet ezanın minarelerden nasıl okunacağına karışamaz. Demokrat iktidarın bu lâiklik anlayışına halkçı azınlığın da katılması alınan kararın isabetine bir delildir" (18.06.1950)

Ezanın din dili ile okunmasına başlandı

Türk Ceza kanununun 526. maddesinin 2. fıkrası değiştirilerek 5665 sayılı kanunla değiştirilmiş ve Cumhurbaşkanı tarafından tasdik edilerek 17 Haziran 1950'de yürürlüğe girmiştir. Sürekli alkışlarla kabul edilip yürürlüğe giren kanun telefonla vilayetlere bildirilmiştir. (Yeni Sabah, Son Posta, 17.06.1950).


“Ezanın din dili ile okunmasına başlandı.”

Ezanın serbestisi ilk sayfadan okuyuculara duyurulurken bazı gazeteler büyük puntolarla ve manşetten vermişlerdir. Son Posta "Ezanın din dili ile okunmasına başlandı" başlığıyla haber vererek, yasağın kaldırılışının vilayetlere ve vilayetlerden tüm ilgililere tebliğ edildiğini yazmıştır.(18.06.1950). Ayrıca kanunun Ramazan ayına yetiştirilmesi, şehirde geniş halk kesimi tarafından memnunlukla karşılandığını yazdı. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte ; Arapça ezan okuma suçundan takibata uğrayanların, mahkum olanların mahkumiyetlerinin infaz edilmeyeceğini yazmıştır. Diğer yandan, mareşal Çakmak'ın cenaze töreninde Arapça ezan okuyup tekbir ve tehlil getiren 45 şahıs hakkındaki takibatın da durdurulduğunu yazdı.

Aynı gazetenin İzmit muhabiri şu haberleri aktarmıştır: "Ezanın din dili ile okunması serbestliğini radyo ve gazeteden öğrenen İzmitliler bugün öğle (17 Haziran) namaz vaktini sabırsızlıkla beklemişlerdir... Müezzinler çift olarak ezana başladıklarında hocalar da halkla beraber duâ ederek hazırlanmış olan kurbanlar kesilmiştir. Halk ağlayarak birbirini tebrik edip kucaklaşmıştır. Ayrıca dün toplanan 1200 imzalı tebrik teli de bugün BMM başkanlığına çekilerek lâikliğin hürriyete kavuşmasından dolayı dokuzuncu devre BMM' ne İzmitliler minnetlerini bildirmişlerdir. Köylerde de ezan vakti halk kadınlı erkekli olarak camileri doldurmuşlar ve ezanı gözyaşları dökerek dinlemişlerdir." Buna benzer haber Konya muhabiri tarafından da bildirilmiştir.

Yeni Sabah Gazetesi bazı üniversitelilerin Başbakana çektikleri telgraflara yer vermiştir.

"Sayın Başbakanımız Adnan Menderes Ankara

Bütün İslâm aleminin, Müslüman Türk Camiası ve Türk gençliğinin en derin sevgi ve muhabbetini kazandıran Ezanı Muhammedi'nin aslı şekline müsaade ile Demokrasinin kabul ettiği hakiki vicdan hürriyetine doğru ilk adımı atmış olan Başbakanımızı biz İstanbul Üniversitesi Gençliği de bütün ruhumuzla tebrik ederken, vatan, millet ve din hizmetinde hayırlı muvaffakiyetler diler, samimi hürmet ve selamlarımızı arz eder.

187 Üniversiteli adına,
Alaettin Yılmaztürk

"Sayın Adnan Menderes Başbakan Ankara

Müslüman Türkün vicdan ve din hürriyeti üzerindeki tahditleri kaldırma ve hakiki lâikliğin temelini atma yolunda Ezanı Muhammedi hususundaki kararınızın biz İstanbul Üniversitesi gençlerinin ruhuna tercüman olduğunu saygılarımızla arz ede-riz.

İstanbul Üniversitesi adına,
Orhan Cahit Doğru"

(Yeni Sabah Gazetesi)

18 Haziran tarihli Akşam Gazetesi; Arapça ezan serbestisinin başbakanlık tarafından vilayetlere bildirildiğini ancak, tüm camilere duyurulamadığından dün öğleyin camilerin bazılarında Türkçe ezan okunduğunu, akşama doğru ise her caminin tebligatı aldığını ve akşam ezanlarının Arapça okunduğunu yazmıştır.

31.03.2009

Neden Demokrat misyon?

Kâinatın Sahibi, bizi bu dünyaya imtihan için gönderdi. İmtihanın olabilmesi için hür irade verdi. Dolayısıyla hürriyet imanın özelliğidir. Kezâ, Rabbimizin insanda da tecelli eden Mürid (irade eden, dilediği gibi yaratan), Fail-i Muhtar (istediği gibi hareket eden) ve Mukaddir (takdir eden) isimleri hür iradeyi gerektirirler. Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebinin prensiplerinden biri, hürriyetçilere/demokratlara mânen ve maddeten yardımcı1, müttefik ve bir dayanak noktası olmaktır.2 Dolayısıyla ahrarları/demokratları desteklemek, imanın özelliğinin siyasete yansımasıdır.

Bu zaviyeden baktığımızda Bediüzzaman, siyasî partilere şahıs odaklı değil, fikir odaklı yaklaşır. Ona göre yanlış fikre ve siyasî düşünceye hizmet eden iyi insan bilmeyerek kötülüklere ve şerlere sebep olabileceği gibi, doğru fikre ve siyasî düşünceye hizmet eden kusurlu bir adam da sonuçta çok iyi hizmetlere ve hayırlara sebep olabilir. Bu düşüncesini “Çok iyiler var iyilik zannı ile fenalık ediyorlar”3 şeklinde açıklar.

Bayram Yüksel Ağabey, Üstad Bediüzzaman’ın, kendisini ziyarete gelen demokrat milletvekillerine, “Biz Nurcular sizi destekliyoruz. Ben sizi tutuyorum. Hamza Emek hem benim talebemdir, hem de demokrattır” dediğini nakleder.4

Bediüzzaman, Hamza Emek ve diğer bazı Nur Talebelerine, “Kardaşlarım, sizler benim ve Risâle-i Nur’un bedeline Demokrat Partiye kaydolun” diye buyurdu.5 Ve “Menderes, Yavuz Selim kadar bu memlekete hizmet etti!”6 dedi. Üstad, bir gün Salih Özcan’ın “Bir parti kuralım, biz başa geçelim” demesine karşılık da, “Eğer bugün Bayar bana dese ‘Said gel buraya otur!’, ben şiddetle reddederim. Bir cemiyette yüzde yetmiş dindar olmazsa İslâmiyet namına başa geçmek cinayet olur! Memuru (bürokrasisi), mebusu senden olmadıktan sonra İslâmiyete büyük zarar olur. Bütün kuvvetimizle Menderes’i desteklememiz lâzım”7 diyerek içtimaî-siyasî ölçüyü veriyordu.

Şu ifadeler de Üstad’ın hizmetkârlarının: “Biz Nur şakirtleri, Üstadımızın hizmetinde ve mesleğinde bulunduğumuzdan, siyasetlerle alâkamız yoktur. Fakat Demokratlar Nurların neşrine müsaadekâr olmaları ve eskiden beri Nurun men’ine dair zulümleri yapmadıklarından, Demokratın hatırı için seçimlerle alâkadar olduk. Evvelki defa gibi bu defa da Nurcuların epey faydası, Demokrat lehine oldu.”8

Bediüzzaman, “Tahsin Tola’nın ehemmiyetli çalışmasıyla Sözler mecmuası resmen Ankara’da tab edilmesiyle hem âsâyişe, hem Demokrata, hem bu vatan ve millete yüz sene meb’usluk etmek kadar faydası oldu. Şimdi bu kadar mânevî, hakikî, hususan bâkî ve uhrevî kâr onlara yeter. Bir iki sene memuriyet ve meb’usluğa çalışmakla o bâki elmas gibi hizmetlerini, kırılacak fâni şişeye âlet yapmamak gerektir. Onun için ben onları tebrik ediyorum. Siz de onları tebrik ediniz”9 der ve şu tavsiyede bulunur:

“Madem siyasetçilerin bir kısmı (özellikle demokratlar) Risâle-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ‘ehven-i şer’ olarak bakınız. Daha ‘âzamü’ş-şer’den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.”10

Dipnotlar: 1- Beyanat ve Tenvirler, s. 201. 2- Age, s. 202. 3- Münâzarât, 51. 4- İbrahim Kaygusuz, Nurun Sadık Kahramanı / Zübeyir Gündüzalp, s. 227-228. 5- A.g.e, s. 228. 6- A.g.e, s. 229. 7- A.g.e, s. 231. 8- Emirdağ Lâhikası, s. 431. 9- A.g.e. 10- Emirdağ Lâhikası, s. 458.

25.03.2009

Ali FERŞADOĞLU

Yeni Asya

29.03.2009

89 seçimleri öncesi

***





***

Demokrat misyonun serencâmı

***





***

Darbeler ve demokratlar

Hür ve demokrat siyasete ilk darbe 27 Mayıs’ta vuruldu. Hükümet devrildi, Meclis kapatıldı, bakanlar ve DP milletvekilleri Yassıada’da yargılandı, başbakan ve iki bakanı idam edildi. Bu durumun siyasette yol açtığı derin travma ve tahribat ise hâlâ giderilemedi.

Seçilmiş başbakanların, 27 Mayıs’tan onyıllar sonra dahi bayramlık ve idamlık gömleklerden, beyaz çarşaflardan bahis açmalarının ardında, bu travmanın şuuraltına işlemiş izleri yatıyor.

27 Mayıs’ın tahribatı bununla kalmadı; yürürlüğe koyduğu anayasa ile, seçilmiş Meclis ve iktidarları her koldan kıskıvrak bağlayıp adeta hareket edemez hale getiren bir düzen kurdu.

Ve bunu, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” cümlesine eklediği, “Bu hakimiyet yetkili organlar eliyle kullanılır” ibaresiyle tesis etti.

Bu iki yönlü kıskacı en iyi ifade eden tesbit, Aydın Menderes’in “Türkiye 27 Mayıs’la girdiği ara rejimden hâlâ çıkamadı” sözünde dile geliyor.

27 Mayıs’ın açtığı yolda sonradan gerçekleşen diğer müdahaleler bu durumu daha da katmerli hale getirdi; demokrat siyasete bir türlü toparlanıp kendisine gelme imkân ve fırsatı verilmedi.

Gerçi 27 Mayıs’tan beş yıl sonra yapılan 1965 seçimlerinde millet DP’nin devamı olarak gördüğü AP’yi büyük oy çoğunluğuyla tek başına iktidara getirdi ve desteğini 1969’da da tazeledi.

Ama 1971’de gelen 12 Mart müdahalesi ve ardından yürürlüğe konulan “demokrat tabanı parçalama” planları, demokratları yine dağıttı.

Bu noktada, muhtıradan iki ay sonra Antalya’nın Serik ilçesine gelen bir jandarma generalinin, bilâhare valilik de yapan kaymakama söylediği “AP artık bir daha gelemez. Sağı böleceğiz. Türkiye’de sağ tek başına hiçbir zaman iktidar olamayacak” sözü, bu planların ifadesiydi.

(Bkz. Postmodern Darbe kitabımız, s. 287-8.)

Nitekim 1979’a kadar AP tek başına iktidar olamadı. O yıl 14 Ekim’de yapılan ve yüzde 47 oy aldığı ara seçim bu gücü yine yakaladığının işaretini vermişti ki, 12 Eylül 1980 ihtilâli o sonucun genel seçimle tahkimine müsaade etmedi.

İhtilâl Konseyi Genel Sekreteri Haydar Saltık’ın “Eğer 12 Eylül’ü yapmasaydık, bir yıl sonra yapılacak genel seçimde AP tek başına iktidar olabilirdi” diyerek bunu ifade ettiği bilinmekte.

Sonuçta, önce 27 Mayıs’ın tarümar ettiği, ardından 12 Mart’ın dağıttığı demokrat siyaset, tam toparlanma işaretleri vermeye başladığı bir aşamada 12 Eylül darbesini yedi. Halkı canından bezdiren anarşinin faturasını tek yanlı propagandalarla siyasetçilere çıkarıp bilumum olumsuzluklardan tamamen onları sorumlu tutan bir kampanya ile birlikte yürürlüğe konulan siyasî yasaklar da özellikle demokratları vurdu.

12 Eylül’ün gölgesinde, darbe rejimini sivil görüntü altında sürdürecek bir siyasî yapıyı dizayn etmek üzere yapılan 1983 seçimine, sadece darbecilerin icazet verdiği partiler sokuldu.

DP-AP çizgisini devam ettirmek üzere kurulan BTP ânında kapatıldı; DYP’nin önü kesildi.

İcazetli partilerden ANAP, demokrat tabanın üzerine oturma iddiasıyla yola çıktı ve öyle devam etti. İhtilâlcilerin asıl tercihi olduğu söylenen, ama halktan destek bulamayan, emekli general Turgut Sunalp başkanlığındaki MDP bir seçim dönemi bile ayakta kalamadı. CHP tabanına yönelik olarak kurdurulan Halkçı Parti de aynı şekilde kısa sürede dağılarak tarihe karıştı. (O cenahta halen devam eden SHP, DSP, CHP bölünmeleri, 12 Eylül’ün oradaki yansımaları.)

12 Eylül partileri içinde en uzun ömürlü olanı Özal’ın liderliğindeki ANAP’tı, ama o da iki seçim döneminin ardından 1991 seçimiyle iktidara veda etmesini takiben çöküş sürecine girdi.

Ancak 12 Eylül ürünü bu partiye, adeta sekerat halinde iken son bir “hayat öpücüğü” veren de 28 Şubat postmodern müdahalesi oldu. 28 Şubat kararlarını uygulatmak için kurdurulan koalisyonun kurucu ortaklığını ANAP üstlendi.

Sonrasına bilâhare devam edelim.

Kâzım Güleçyüz

Yeni Asya Gazetesi

13.02.2009

23.03.2009