31.03.2009

Neden Demokrat misyon?

Kâinatın Sahibi, bizi bu dünyaya imtihan için gönderdi. İmtihanın olabilmesi için hür irade verdi. Dolayısıyla hürriyet imanın özelliğidir. Kezâ, Rabbimizin insanda da tecelli eden Mürid (irade eden, dilediği gibi yaratan), Fail-i Muhtar (istediği gibi hareket eden) ve Mukaddir (takdir eden) isimleri hür iradeyi gerektirirler. Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebinin prensiplerinden biri, hürriyetçilere/demokratlara mânen ve maddeten yardımcı1, müttefik ve bir dayanak noktası olmaktır.2 Dolayısıyla ahrarları/demokratları desteklemek, imanın özelliğinin siyasete yansımasıdır.

Bu zaviyeden baktığımızda Bediüzzaman, siyasî partilere şahıs odaklı değil, fikir odaklı yaklaşır. Ona göre yanlış fikre ve siyasî düşünceye hizmet eden iyi insan bilmeyerek kötülüklere ve şerlere sebep olabileceği gibi, doğru fikre ve siyasî düşünceye hizmet eden kusurlu bir adam da sonuçta çok iyi hizmetlere ve hayırlara sebep olabilir. Bu düşüncesini “Çok iyiler var iyilik zannı ile fenalık ediyorlar”3 şeklinde açıklar.

Bayram Yüksel Ağabey, Üstad Bediüzzaman’ın, kendisini ziyarete gelen demokrat milletvekillerine, “Biz Nurcular sizi destekliyoruz. Ben sizi tutuyorum. Hamza Emek hem benim talebemdir, hem de demokrattır” dediğini nakleder.4

Bediüzzaman, Hamza Emek ve diğer bazı Nur Talebelerine, “Kardaşlarım, sizler benim ve Risâle-i Nur’un bedeline Demokrat Partiye kaydolun” diye buyurdu.5 Ve “Menderes, Yavuz Selim kadar bu memlekete hizmet etti!”6 dedi. Üstad, bir gün Salih Özcan’ın “Bir parti kuralım, biz başa geçelim” demesine karşılık da, “Eğer bugün Bayar bana dese ‘Said gel buraya otur!’, ben şiddetle reddederim. Bir cemiyette yüzde yetmiş dindar olmazsa İslâmiyet namına başa geçmek cinayet olur! Memuru (bürokrasisi), mebusu senden olmadıktan sonra İslâmiyete büyük zarar olur. Bütün kuvvetimizle Menderes’i desteklememiz lâzım”7 diyerek içtimaî-siyasî ölçüyü veriyordu.

Şu ifadeler de Üstad’ın hizmetkârlarının: “Biz Nur şakirtleri, Üstadımızın hizmetinde ve mesleğinde bulunduğumuzdan, siyasetlerle alâkamız yoktur. Fakat Demokratlar Nurların neşrine müsaadekâr olmaları ve eskiden beri Nurun men’ine dair zulümleri yapmadıklarından, Demokratın hatırı için seçimlerle alâkadar olduk. Evvelki defa gibi bu defa da Nurcuların epey faydası, Demokrat lehine oldu.”8

Bediüzzaman, “Tahsin Tola’nın ehemmiyetli çalışmasıyla Sözler mecmuası resmen Ankara’da tab edilmesiyle hem âsâyişe, hem Demokrata, hem bu vatan ve millete yüz sene meb’usluk etmek kadar faydası oldu. Şimdi bu kadar mânevî, hakikî, hususan bâkî ve uhrevî kâr onlara yeter. Bir iki sene memuriyet ve meb’usluğa çalışmakla o bâki elmas gibi hizmetlerini, kırılacak fâni şişeye âlet yapmamak gerektir. Onun için ben onları tebrik ediyorum. Siz de onları tebrik ediniz”9 der ve şu tavsiyede bulunur:

“Madem siyasetçilerin bir kısmı (özellikle demokratlar) Risâle-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ‘ehven-i şer’ olarak bakınız. Daha ‘âzamü’ş-şer’den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.”10

Dipnotlar: 1- Beyanat ve Tenvirler, s. 201. 2- Age, s. 202. 3- Münâzarât, 51. 4- İbrahim Kaygusuz, Nurun Sadık Kahramanı / Zübeyir Gündüzalp, s. 227-228. 5- A.g.e, s. 228. 6- A.g.e, s. 229. 7- A.g.e, s. 231. 8- Emirdağ Lâhikası, s. 431. 9- A.g.e. 10- Emirdağ Lâhikası, s. 458.

25.03.2009

Ali FERŞADOĞLU

Yeni Asya

29.03.2009

89 seçimleri öncesi

***





***

Demokrat misyonun serencâmı

***





***

Darbeler ve demokratlar

Hür ve demokrat siyasete ilk darbe 27 Mayıs’ta vuruldu. Hükümet devrildi, Meclis kapatıldı, bakanlar ve DP milletvekilleri Yassıada’da yargılandı, başbakan ve iki bakanı idam edildi. Bu durumun siyasette yol açtığı derin travma ve tahribat ise hâlâ giderilemedi.

Seçilmiş başbakanların, 27 Mayıs’tan onyıllar sonra dahi bayramlık ve idamlık gömleklerden, beyaz çarşaflardan bahis açmalarının ardında, bu travmanın şuuraltına işlemiş izleri yatıyor.

27 Mayıs’ın tahribatı bununla kalmadı; yürürlüğe koyduğu anayasa ile, seçilmiş Meclis ve iktidarları her koldan kıskıvrak bağlayıp adeta hareket edemez hale getiren bir düzen kurdu.

Ve bunu, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” cümlesine eklediği, “Bu hakimiyet yetkili organlar eliyle kullanılır” ibaresiyle tesis etti.

Bu iki yönlü kıskacı en iyi ifade eden tesbit, Aydın Menderes’in “Türkiye 27 Mayıs’la girdiği ara rejimden hâlâ çıkamadı” sözünde dile geliyor.

27 Mayıs’ın açtığı yolda sonradan gerçekleşen diğer müdahaleler bu durumu daha da katmerli hale getirdi; demokrat siyasete bir türlü toparlanıp kendisine gelme imkân ve fırsatı verilmedi.

Gerçi 27 Mayıs’tan beş yıl sonra yapılan 1965 seçimlerinde millet DP’nin devamı olarak gördüğü AP’yi büyük oy çoğunluğuyla tek başına iktidara getirdi ve desteğini 1969’da da tazeledi.

Ama 1971’de gelen 12 Mart müdahalesi ve ardından yürürlüğe konulan “demokrat tabanı parçalama” planları, demokratları yine dağıttı.

Bu noktada, muhtıradan iki ay sonra Antalya’nın Serik ilçesine gelen bir jandarma generalinin, bilâhare valilik de yapan kaymakama söylediği “AP artık bir daha gelemez. Sağı böleceğiz. Türkiye’de sağ tek başına hiçbir zaman iktidar olamayacak” sözü, bu planların ifadesiydi.

(Bkz. Postmodern Darbe kitabımız, s. 287-8.)

Nitekim 1979’a kadar AP tek başına iktidar olamadı. O yıl 14 Ekim’de yapılan ve yüzde 47 oy aldığı ara seçim bu gücü yine yakaladığının işaretini vermişti ki, 12 Eylül 1980 ihtilâli o sonucun genel seçimle tahkimine müsaade etmedi.

İhtilâl Konseyi Genel Sekreteri Haydar Saltık’ın “Eğer 12 Eylül’ü yapmasaydık, bir yıl sonra yapılacak genel seçimde AP tek başına iktidar olabilirdi” diyerek bunu ifade ettiği bilinmekte.

Sonuçta, önce 27 Mayıs’ın tarümar ettiği, ardından 12 Mart’ın dağıttığı demokrat siyaset, tam toparlanma işaretleri vermeye başladığı bir aşamada 12 Eylül darbesini yedi. Halkı canından bezdiren anarşinin faturasını tek yanlı propagandalarla siyasetçilere çıkarıp bilumum olumsuzluklardan tamamen onları sorumlu tutan bir kampanya ile birlikte yürürlüğe konulan siyasî yasaklar da özellikle demokratları vurdu.

12 Eylül’ün gölgesinde, darbe rejimini sivil görüntü altında sürdürecek bir siyasî yapıyı dizayn etmek üzere yapılan 1983 seçimine, sadece darbecilerin icazet verdiği partiler sokuldu.

DP-AP çizgisini devam ettirmek üzere kurulan BTP ânında kapatıldı; DYP’nin önü kesildi.

İcazetli partilerden ANAP, demokrat tabanın üzerine oturma iddiasıyla yola çıktı ve öyle devam etti. İhtilâlcilerin asıl tercihi olduğu söylenen, ama halktan destek bulamayan, emekli general Turgut Sunalp başkanlığındaki MDP bir seçim dönemi bile ayakta kalamadı. CHP tabanına yönelik olarak kurdurulan Halkçı Parti de aynı şekilde kısa sürede dağılarak tarihe karıştı. (O cenahta halen devam eden SHP, DSP, CHP bölünmeleri, 12 Eylül’ün oradaki yansımaları.)

12 Eylül partileri içinde en uzun ömürlü olanı Özal’ın liderliğindeki ANAP’tı, ama o da iki seçim döneminin ardından 1991 seçimiyle iktidara veda etmesini takiben çöküş sürecine girdi.

Ancak 12 Eylül ürünü bu partiye, adeta sekerat halinde iken son bir “hayat öpücüğü” veren de 28 Şubat postmodern müdahalesi oldu. 28 Şubat kararlarını uygulatmak için kurdurulan koalisyonun kurucu ortaklığını ANAP üstlendi.

Sonrasına bilâhare devam edelim.

Kâzım Güleçyüz

Yeni Asya Gazetesi

13.02.2009

23.03.2009