Yeni Asya’ya konuşan DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, “DP, AP döneminde Doğu-Güneydoğu’da hiçbir huzursuzluk ve kalkışma olmadı. Terör sadece askerî yöntemlerle bitirilemez. Oralarda bizim kültürümüzü yansıtacak cazibe merkezi üniversiteler kurmalıyız” dedi.
Terörü DP bitirmişti, yine o bitirir Demokrat Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la Ankara’da “Demokrasi Evi” olarak bilinen Celâl Bayar Köşkü’nde görüştük. Cindoruk’a, Yeni Asya’nın 40 yıllık yayın çizgisini anlatan “Tâvizsiz İstikrar Çizgisi” ile “Aydınların Gözüyle Said Nursî” broşürlerinin yanı sıra, Köprü Dergisinde Demirel’le yapılan mülâkatlardan oluşan, din, devlet, demokrasi, laiklik, din eğitimi ve öğretimi hakkındaki görüşlerini ihtiva eden “İslâm, Demokrasi, Laiklik” kitabını takdim ettik.
Ayrıca Köprü’nün Ağustos-1989 sayısını da ve 25-28 Eylül ‘89 tarihleri arasında Yeni Nesil gazetesinde yayınlanan ve bilâhare “Yakın Tarih Ansiklopedisi”nin 12. cildinde yer alan 12 Eylül darbesi hakkındaki röportajını sunduk.
Köprü, Bizim Âile, Genç Yaklaşım ve Can Kardeş dergilerini de verdiğimiz DP Genel Başkanı, Yeni Asya’nın yayıncılık hayatımızda vatan sathını bir mektep yapan, fikrî yapımıza hayat ve istikamet veren irfan hizmetinin Türkiye’nin mânevî mayasında büyük yer tuttuğunu söyledi. Ve Yeni Asya câmiasının demokrasi, hak ve hürriyetler mücadelesinin her türlü takdirin üstünde olduğunu, bu câmiayla birlikte darbelere ve ara rejimlere karşı verilen şeref levhası mücadelelerden örneklerle anlattı.
DP Dış Politika ve Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Hasan Ünal ile Ekonomik Siyaset ve Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Söylemez’in de katıldığı görüşmenin sohbet bölümünde ise, Türkiye’nin fikrî yapısı ekseninde Bediüzzaman’ın tekliflerini konuştuk.
Bediüzzaman’ın bugün “Güneydoğu meselesi” ya da “Kürt sorunu” olarak bilinen mevzudaki görüşlerini, Münâzarât ve Hutbe-i Şâmiye’deki esaslar muvacehesinde kısaca izâh ettik. Bundan yaklaşık bir asır önce “Kürdistan’ı kurma”ya karşı “Osmanlı devletinin ihyası” düşüncesini ve Prens Sabahattin’in “adem-i merkeziyet” fikrine mukabil “üsûl-ü merkeziye” dediği, geniş hak ve hürriyetlerle ittifak içinde birlik ve bütünlük fikrini özetledik.
Keza “adem-i merkeziyet”in önce muhtariyete (özerkliğe), sonra istiklâliyete (bağımsızlığa) ve ardından “tavâif-i mülûk” denilen ülkenin küçük küçük devletçiklere bölünmesiyle hürriyetin büyük hayrını hiçe indirip ırkî-mezhebî ayrımlar üzerinden tefrika fitnesini uyandıracağı ikazını nazara verdik. Bediüzzaman’ın 1911’de Şam’da İslâm dünyasına verdiği mesajlarla Şeyh Said’in “kıyam dâveti”ne verdiği cevabı hulâsa ettik.
Bediüzzaman’ın başta Merhum Başvekil Adnan Menderes olmak üzere Demokratlara ve siyasilere yazdığı mektupları ihtiva eden “Beyânât ve Tenvirler” kitabını verdik; ve “Sayın Adnan Menderes” hitabıyla başlayan mektuptan bir kısmını okuduk…
Bu kitabın kendisinde de olduğunu belirten Demokrat Parti Genel Başkanı, Bediüzzaman’ın imanî ve mânevî yönünün yanı sıra içtimaî meselelere dair fikirlerinin fevkalâde orijinal ve değerlendirmeye değer olduğunu ve bunların mutlaka derlenip özetler halinde bugünkü gençliğe okutulmasının, fikir dünyasına ve siyasete sunulmasının ehemmiyetini belirtti. Yaptığı fikrî çalışmalar ve hizmetlerde Yeni Asya’ya başarılar diledi…
DEVLET TERÖRE DOĞRU TEŞHİS KOYAMADI
Türkiye’nin gündeminde 26 senedir yer alan terörle ilgili olarak “terörün Türkiye ile kavga ettiği ve saldırdığı, bugünkü hükûmetin terörle mücadele edecek, karşılayacak, göğüsleyecek bir girişimde bulunmadığı” tesbitiniz var. Bu çerçevede öncelikle “açılım”ın Habur’da tıkanması ve askıya alınmasına sebebiyet veren “temel siyasî hata” nedir? İçişleri Bakanı, Habur’daki şov hakkında “yol kazası” dedi. Bu “yol kazası” Türkiye’ye neye mal oldu? En çarpıcısı “açılım”ın tıkanmasını ve terörle mücadeledeki başarısızlığı neye dayandırıyorsunuz?
Terörle ilgili çok önemli bir gündem tartışması var. Bütün partiler, ciddî gazeteler, ciddî bilim adamları terörü tartışıyor. Biz partiler olarak bu tartışmanın içindeyiz. Ben bunu 1983’ten-84’ten beri yaşıyorum. Hükûmet olarak da, Meclis Başkanı olarak da, muhalefet olarak da yaşadık…
Gördüğüm şu; biz devlet olarak teröre doğru teşhisi henüz koyamadık. Zaman zaman siyasî partiler olarak da yanıldık. Bir şey söyledim geçenlerde, fazla dikkat çekmedi; 1987 senesinde Meclis’te bir kapalı oturum yaptık. Hükûmet ve muhalefet partileri konuştu. O gizli oturumun zabıtları yayınlanamıyor.
Ve tavsiyem hükûmet partisine -onlar karar verirler tabiî, o zabıtları yayınlayalım. Ben dâhil hangimiz ne alanda yanılmışız. İyimserlik ve karamsarlık oranlarımızı bir ortaya koyalım. O kadar önemli bir belge ki, aradan 25 seneye yakın bir süreç geçmiş ve hâlâ terör ve anarşiyi konuşuyoruz. Demek ki o zaman da konuştuk. Kaldı ki mesele bu kadar da kapsamlı hale gelmemişti. Belki orada yeni bir terörle mücadele projesi-plânı çıkabilir.
Hükûmetin “açılım”ı tutmadı. Habur kapısında ortaya çıkan sonuç, hükûmetin açılımını, plânını, programını, -ne ise belli değil o- tamamen tatil hale getirdi; ilgili Bakan da bu “yol kazasıydı” dedi. Mâlum “yol kazaları”nda trafik bilirkişileri vardır, kusur oranlarını dağıtır. Bu bir itiraftır. Bu hususta 8’de 8 kusurlu olan, iktidar partisidir. Çünkü hâdiseyi tek başına tanzim eden, sonuca erdiremeyen, ya da yanlış sonuca vardıran hükûmettir…
Türkiye kusurlu duruma düşürülmüştür. Bunu hükümetin basiretsizliği olarak görmüyorum sadece. Terör politikası olmadığını tespit bakımından söylüyorum. Terör politikası olan, bir “açılım”a girişmiş olan bir iktidar partisi ve hükümetin mutlaka bir hazırlığı olmalıydı. Bir plan yapmalı ve onun bütün duraklarında sonuç almalıydı.
Bunları yapmadığından sonuç alamadığı gibi, terörü tırmandırma gibi beklemediğimiz üzücü bir neticeyle karşı karşıyayız. Bundandır ki bugün Türkiye’de terör tırmandı, bütün ülkeye yayıldı.Türkiye’nin bu kadar önemli bir ölüm-kalım meselesinde bir “hatalıyım” demekle bir hükûmet işin içinden çıkamaz. Çok kolaycı bir yoldur o. O bakımdan bunu söylüyorum, birinci düşüncem bu…
TERÖRLE MÜCADELEDE HÂLÂ CİDDÎ BİR UZLAŞMA YOK
Evvela kendi kendimizi bir yargılayalım, sorgulayalım. Geçenlerde arkadaşlarımızla beraber terör bölgelerinden birine gittik. Mardin, Midyat ve Ömerli gibi terörle zaman zaman karşı karşıya kalan mahallerde araştırmalar, toplantılar yaptık. Orada gördüğümüz şu: Terörün izleri de sürüyor, kendisi de sürüyor; ki orası birinci sınıf bir terör bölgesi değil, -‘sınıf’ deyince de yanlış bir deyim kullanmak istemiyorum, ‘birinci derecede’ değil diyelim- ama sınıf da denebilir, çünkü sınıfsal hale geldi, tasnif edildi…
Üzüntü verici taraf şu; terör örgütü terörü bütün vatan sathına yaydı. İstanbul’dan başladı Hakkari’ye, Hakkari’den başladı Ordu, hatta son zamanlarda milliyetçi tavrıyla tanınan Gümüşhane’ye kadar indirdi. Bu PKK’nın Karadeniz ve Akdeniz’e açılma projesidir. İskenderun’a indirdi, deniz üssünü vurdu.
Ama bizim bu kadar ağır bir teröre karşı hâlâ çok ciddî siyasî partiler arasında bir uzlaşma, bir beraber olma fikrimizi geliştirmediğimiz gözüküyor…
“ASKERÎ YÖNTEMLER” YETMEZ…
“Terörle mücadele yöntemi” hakkında daha önce DYP iktidarında terörün sıfır bitme noktasına yaklaştığı belirtilmekte. Terörün tırmanması ve şehitlerin artması ortamında, hükûmetin geçen seneki “açılım” çerçevesinde “demokratikleşme, hak ve özgürlükler” söyleminden ne yazık ki yeniden “askerî-güvenlik konsepti”ne dönmesini neye bağlıyorsunuz?
“Terörle mücadele konusunda Demokrat Parti deneyim sahibidir. Yeni projemizle kamuoyuna da takdim edeceğimiz bir takım tekliflerimizle de eş zamanlı ve seferberlik halinde bir hükümet devlet işbirliği içinde önemli bir proje oluşturmaya çalışıyoruz. Bunun içinde ulaştırma, kültür ve eğitim hizmetleri var, çalışmalarımız var, bunların hepsini halkımızın ve hükûmetin önüne getireceğiz” diyorsunuz. Demokrat Parti’nin oluşturmaya çalıştığı “terörle mücadele projesi”nin ana esaslarını açıklar mısınız?
Elbette… Hâdisenin 19. asrın başından beri gelen bir süreci var. Biz terörle mücadelede geçmiş deneyimlerimizi, elde ettiğimiz sonuçları paylaşmaya hazırız, burada da hiçbir sıkıntı ya da hiçbir siyasî düşünceyi öngörmeyiz. Bu konuda hükûmetin alacağı tedbirler, paylaşılabilir tedbirler oldukça desteğimiz sürecektir ve bu desteğimizi sürdürürken de bir proje hazırlığı içerisindeyiz.
Bugün hükûmetin sıkıntıları var; bu hükûmetin bir takım teşebbüsleri veya tahayyülleri var diyebiliriz. Esasen “profesyonel ordu” fikri, terörle mücadele yıllarından bu yana hep gündemde. Yeni bir şey değildir, benim Meclis Başkanlığım döneminde de, sonra hükümette bulunduğum dönemde de bu profesyonel mücadele metotları her zaman göz önünde tutulmuştur.
Aslında “koruculuk sistemi” de bir profesyonel kurumdur, o da o zaman eleştirilmiş, ama denenmiştir. Bugün yirmi bini aşkın korucu profesyonel olarak görev yapıyor. Ayrıca hem emniyet içinde hem ordumuzun içinde, “özel harekât timleri”, özelbir takım ihtisas kurumları ortaya konmuştur bunlar da profesyoneldir. “Uzman çavuşlar” birimi de profesyoneldir. Jandarma ve Kara Kuvvetlerinde “mavi bereliler”, “bordo bereliler” var; generalinden uzman çavuşuna kadar da profesyonel. Türkiye için profesyonellik silâhlı mücadelede yeni bir şey değildir.
Burada önemle üzerinde durulması gereken, bu çeşit kurumların mutlaka ve mutlaka Silâhlı Kuvvetlere bağlı oluşu sürdürmesidir. Ordunun bünyesinde olmak koşuluyla devlet ve ordu güçleri böyle bir talepte bulunuyorsa ancak geliştirilebilir. Ama bunu abartarak sanki yeni bir şey kuruyormuş gibi öne sürmek yanlıştır.
Aslında terörle mücadelenin sadece askerî kesimle, sadece profesyonel orduyla biteceğini sanmıyoruz…
“DP’NİN DOĞU VE GÜNEYDOĞU KALKINMA PROJESİ”
Bu konuda Genel İdare Kurulu üyelerimizden İstanbul Ticaret Odası eski Başkanı Mehmet Yıldırım ve arkadaşlarının hazırladığı “Doğu ve Güneydoğu’da kalkınma projesi” var. Ekonomik kalkınma açısından çok önemli bir projedir. Bizim de düşüncelerimiz, taleplerimiz bu istikamette. Bu konuda çok ufuklu ve ciddî çalışmalar yapıyoruz…
Burada esas nokta şu: Bizim 1995’ten beri söylediğimiz, bugün Türkiye “Kürt bölgeleri”ne (yani bu tabiri kullanmakta hiçbir mahzur yok) otoyollarla gidiyor. Bugün İskenderun’dan Urfa’ya otobanla gidiliyor. Oradan Habur kapısına götürülüyor.
Daha mühim bir hâdise var. Kuzey Irak’ta kurulan devlet bir kapalı havza. Türkiye, onun petrolünü Akdeniz’e getirdi. Hiç çekinmeden Kerkük-Yumurtalık Boru Hattını yaptı. Ve doğru yaptı…
Ama şimdi başka şey yapması lazım. Bizim eskiden otoban yapacak gücümüz yoktu. Türkiye’nin bugün “sakıncalı” gözüken bölgelerini, meselâ Diyarbakır’ı, meselâ daha yeni gittiğimiz Mardin’i otobanlarla Kayseri’ye, Malatya’ya bağlayan projelerimiz var. Yani çok önemli bir hadisedir; Diyarbakır’dan kalkan bir otobüs bugün 20 saatte İstanbul’a geliyorsa, 8-10 saatte İstanbul’a gelmeli. Biz “Kürdistan” denilen Güneydoğu bölgesini Akdeniz’e, Karadeniz’e çıkarmalıyız. Yani Diyarbakır’dan Trabzon’a otobanla gitmeli.
Ulaşım dediğimiz fevkalâde önemli unsur kaynaşmayı sağlar. Merhum Menderes’in ulaşım hususunda çok değerli konuşmaları vardır. Demirel’in projeleri vardır. Rahmetli Özal’ın da vardır. O zaman imkânlarımız kıttı, şimdi yapacağımız iş bu. Niçin Diyarbakır “kurtarılmış bölge” olacak…
Demokrat Parti, Adalet Partisi döneminde Doğu-Güneydoğu’da hiçbir huzursuzluk ve kalkışma hareketi olmamıştır. GAP, başlıbaşına muazzam bir kalkınma projesidir. Sekiz sene sonra- şimdi akılları başlarına geldi de GAP’ı harekete geçirdiler. Yeni yeni 12 trilyon ayırdılar, 2012 diyorlardı onun da 2013’e kaldığından bahsediliyor…
Bir başka proje, Ceylanpınar Çiftliğinde Kültür ve Eğitim Merkezi kurma projemiz var. Türkiye ve dünya çapında bir proje. ODTÜ ve bir takım üniversiteler Kıbrıs’a gittiler, doğru da yaptılar. Niye Ceylanpınar’da câzibe merkezi olacak üniversiteler kurmuyor. Hem Suriye, hem Kuzey Irak, hem Irak bütün bölge halkları gelsin.
Malatya’da Özal’ın yaptığı büyük bir hastane var; bu eser Malatya’yı hayata geçirdi. Gittiğiniz zaman iftihar ediyorsunuz; neden Ceylanpınar’da böyle bir hastanemiz olmasın? Ambulans uçaklarla hep İstanbul’a getirmeye çalışıyoruz. Oysa orada olsa Ortadoğu’nun câzibe merkezi olur. Ve oralarda bizim kültürümüzü yansıtan üniversiteler kuralım. Arap yurttaşlarımız var ve onlara saygımız var. Ama eğer orada güzel üniversiteler kurulmazsa bir müddet sonra oranın gençleri başka ülkelerin üniversitelerine gidecekler…
Türkiye bu harmanı ortaya çıkarsın. Terör ve anarşi bunlarla biter mi? Bitmez; askerî mücadele yöntemleri, terörle savaş vesâir hepsi yapılsın, mücadele edilsin. Ben hep söylüyorum, biz terörle değil terör bizimle mücadele ediyor. O ayrı bir iş, profesyonel birlikler kursun, ne gerekiyorsa yapılsın; ama terörle mücadelede mutlaka eğitim alanında, ekonomik-sosyal tedbirlerin alınması gerekiyor…
PARLAMENTER METODOLOJİYLE UZLAŞMA…
Siz Meclis Başkanı iken, 12 Eylül Anayasası kısmen değiştirildi. Bu anayasanın şimdiye kadar 16 kez 83 maddesi değiştirildi, bu 17.’si oluyor. Şimdi iktidar partisi sözcüleri, “12 Eylül’de yepyeni bir anayasa” diye propaganda ediyorlar. Anayasa değişikliği nasıl yapılmalı; daha önce dibâcesinden önemli maddeleri, hatta ‘geçici 15. madde’nin bir kısmını kaldırdınız; kavga-gerilim olmadan “darbe anayasası”nı Meclis’te değiştirmeyi nasıl başardınız?
Metodolojisi parlamenter metodoloji olmalı. Yani Anayasa değişiklikleri Parlamentoda yoğrulmalı. Bunlar hükûmette yoğurdular, farkındaysanız. Hükûmet Meclis’e getirdi. Ama aslında Meclis bunu baştan yoğurmalıydı. Dünyanın her yerinde anayasa değişiklikleri parlamentoların işi ya da kurucu meclislerin işi…
Geçmişte 1995’te, hatta 87’de bizim Turgut Özal’la yaptığımız referandum müzâkerelerine bütün partiler katıldılar. O zaman partiler uzlaştılar; Cumhurbaşkanı Kenan Evren olmasına rağmen o Anayasa değişikliği de geçti. Ama Kenan Evren referandumu dayattı; yasaklar referandumla gelmişti, “Referandumla kalksın!” dedi. O da tabi hâlâ eski başbakanlarına bir kin ve nefret duygusu ya da kelimeyi hafifletelim husûmet duygusu içinde idi. Orada da zarûret vardı. Orada da gerçekçilik vardı. Tartışmalar biraz şiddetli olmuştur ama kamplaşma-kutuplaşma olmadan halk da büyük çoğunlukla katılmış, fikrini beyân etmiş, yarı yarıya geçmiştir aşağı yukarı. O bir referandum ihtimal ve imkânını veriyordu. Önemli bir hâdise idi…
95’e geldiğimiz zaman; hatta 94’te başladı, bütün partiler, hatta bir milletvekili olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun partisini dahi kattık sürece. Geldiler, konuştular, o zâbıtlar hârikaydı aslında. Genel başkanlar arasında. Hatta orada Ahmet Türk’ün beyânları var. Ülkenin bütünlüğü için, Cumhuriyet için fevkalâde mutedil konuşmaları var orada. Şöyle düşünün; Muhsin Yazıcıoğlu ile Ahmet Türk’ü aynı gerekçelerle birleştirdik, imzalarını aldık…
Parti farkı gözetmeksizin Parlamento bunu çıkardı, referanduma da gerek kalmadı. “Dibâce”deki en önemli cümleleri çıkardık; yani “12 Eylül ihtilâlinin halkın talebiyle-çağrısıyla yapıldığı” vesâire hususlar ayıklandı...
Bu açıdan 12 Eylül Anayasasının önemli bir kısmı zaten 95’te gerekçeleriyle ortadan kalkmıştır. 12 Eylül döneminde çıkarılan yasaların anayasaya aykırı olamayacağını hükme bağlayan ‘geçici 15. madde’nin son fıkrasının değiştirilmesi gibi…
CEVHER İLHAN / Yeni Asya
25 Temmuz 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder