Hür ve demokrat siyasete ilk darbe 27 Mayıs’ta vuruldu. Hükümet devrildi, Meclis kapatıldı, bakanlar ve DP milletvekilleri Yassıada’da yargılandı, başbakan ve iki bakanı idam edildi. Bu durumun siyasette yol açtığı derin travma ve tahribat ise hâlâ giderilemedi.
Seçilmiş başbakanların, 27 Mayıs’tan onyıllar sonra dahi bayramlık ve idamlık gömleklerden, beyaz çarşaflardan bahis açmalarının ardında, bu travmanın şuuraltına işlemiş izleri yatıyor.
27 Mayıs’ın tahribatı bununla kalmadı; yürürlüğe koyduğu anayasa ile, seçilmiş Meclis ve iktidarları her koldan kıskıvrak bağlayıp adeta hareket edemez hale getiren bir düzen kurdu.
Ve bunu, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” cümlesine eklediği, “Bu hakimiyet yetkili organlar eliyle kullanılır” ibaresiyle tesis etti.
Bu iki yönlü kıskacı en iyi ifade eden tesbit, Aydın Menderes’in “Türkiye 27 Mayıs’la girdiği ara rejimden hâlâ çıkamadı” sözünde dile geliyor.
27 Mayıs’ın açtığı yolda sonradan gerçekleşen diğer müdahaleler bu durumu daha da katmerli hale getirdi; demokrat siyasete bir türlü toparlanıp kendisine gelme imkân ve fırsatı verilmedi.
Gerçi 27 Mayıs’tan beş yıl sonra yapılan 1965 seçimlerinde millet DP’nin devamı olarak gördüğü AP’yi büyük oy çoğunluğuyla tek başına iktidara getirdi ve desteğini 1969’da da tazeledi.
Ama 1971’de gelen 12 Mart müdahalesi ve ardından yürürlüğe konulan “demokrat tabanı parçalama” planları, demokratları yine dağıttı.
Bu noktada, muhtıradan iki ay sonra Antalya’nın Serik ilçesine gelen bir jandarma generalinin, bilâhare valilik de yapan kaymakama söylediği “AP artık bir daha gelemez. Sağı böleceğiz. Türkiye’de sağ tek başına hiçbir zaman iktidar olamayacak” sözü, bu planların ifadesiydi.
(Bkz. Postmodern Darbe kitabımız, s. 287-8.)
Nitekim 1979’a kadar AP tek başına iktidar olamadı. O yıl 14 Ekim’de yapılan ve yüzde 47 oy aldığı ara seçim bu gücü yine yakaladığının işaretini vermişti ki, 12 Eylül 1980 ihtilâli o sonucun genel seçimle tahkimine müsaade etmedi.
İhtilâl Konseyi Genel Sekreteri Haydar Saltık’ın “Eğer 12 Eylül’ü yapmasaydık, bir yıl sonra yapılacak genel seçimde AP tek başına iktidar olabilirdi” diyerek bunu ifade ettiği bilinmekte.
Sonuçta, önce 27 Mayıs’ın tarümar ettiği, ardından 12 Mart’ın dağıttığı demokrat siyaset, tam toparlanma işaretleri vermeye başladığı bir aşamada 12 Eylül darbesini yedi. Halkı canından bezdiren anarşinin faturasını tek yanlı propagandalarla siyasetçilere çıkarıp bilumum olumsuzluklardan tamamen onları sorumlu tutan bir kampanya ile birlikte yürürlüğe konulan siyasî yasaklar da özellikle demokratları vurdu.
12 Eylül’ün gölgesinde, darbe rejimini sivil görüntü altında sürdürecek bir siyasî yapıyı dizayn etmek üzere yapılan 1983 seçimine, sadece darbecilerin icazet verdiği partiler sokuldu.
DP-AP çizgisini devam ettirmek üzere kurulan BTP ânında kapatıldı; DYP’nin önü kesildi.
İcazetli partilerden ANAP, demokrat tabanın üzerine oturma iddiasıyla yola çıktı ve öyle devam etti. İhtilâlcilerin asıl tercihi olduğu söylenen, ama halktan destek bulamayan, emekli general Turgut Sunalp başkanlığındaki MDP bir seçim dönemi bile ayakta kalamadı. CHP tabanına yönelik olarak kurdurulan Halkçı Parti de aynı şekilde kısa sürede dağılarak tarihe karıştı. (O cenahta halen devam eden SHP, DSP, CHP bölünmeleri, 12 Eylül’ün oradaki yansımaları.)
12 Eylül partileri içinde en uzun ömürlü olanı Özal’ın liderliğindeki ANAP’tı, ama o da iki seçim döneminin ardından 1991 seçimiyle iktidara veda etmesini takiben çöküş sürecine girdi.
Ancak 12 Eylül ürünü bu partiye, adeta sekerat halinde iken son bir “hayat öpücüğü” veren de 28 Şubat postmodern müdahalesi oldu. 28 Şubat kararlarını uygulatmak için kurdurulan koalisyonun kurucu ortaklığını ANAP üstlendi.
Sonrasına bilâhare devam edelim.
Kâzım Güleçyüz
Yeni Asya Gazetesi
13.02.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder